BU EN ÜST BÖLÜMDEKİ BAZI REKLAMLAR - Sayfamızın üstündeki zaman zaman görüntülenen Windows Internet Explorer'in kendi Reklamıdır.- SİTEMİZ DIŞI BİR UYGULAMADIR.
   
 
  YUSUF ZİYA ARPACIK "Başeğmediler"

Yusuf Ziya Arpacık
 ...Ülkücüler arasında adı efsane gibi anlatılır: 1970'lerin sonunda ve 1980'lerin başında cezaevlerinin müdavimlerinden biridir... Ellerine bağlanan kelepçeyi, bilek gücüyle kırabilmektedir... Azerbaycan'a gitmiş Ermenilere karşı, Çeçenistan'a gitmiş Ruslara karşı, silah elinde savaşmıştır...
    1 Mayıs 1958 yılında Erzurum’da dünyaya geldi. Çocukluk yılları zor tabiat şartlarıyla mücadele içerisinde geçti. Gençlik döneminde ise, 1980 öncesinde fırtınalı savaş günlerinin tam orta yerinde bulmuştu kendisini. İstanbul Üniversitesinde Tarih ilmi tahsil ederken 13 Şubat 1978 de hapse düştü. Sürgünden sürgüne yollandığı zindanlardan defalarca kaçmaya teşebbüs etmesine rağmen, Sağmalcılar ve Yozgat cezaevinden olmak üzere iki sefer firara muvaffak oldu…
    Tamamı yaklaşık on yıl olan hapis hayatının beş yılını hücrelerde geçirmek zorunda bırakılmış, kitaplar vasıtası ile ve kendi kendine yabancı dil öğrenirken, cezaevlerindeki ecnebi tutuklularla da bu lisanların pratiğini yapabilmiştir.. Hapishaneden çıkınca da ‘nerede kalmıştık?’ diyerek dış dünyada ki mücadelesine kaldığı yerden tekrar başlayıp, 1992 yılında Karabağ savaşında kardeşlerine yardım için Kafkaslara koşmuş ve devamı itibarı ile bir çok ülkede Türk düşmanlarına karşı ‘fiziki etkinlikler’ organize etmiş ve kendisi de faal olarak katılmıştır.. Bu arada çıkan öğrenci affından faydalanarak devam ettiği üniversiteden, 27 sene sonra da olsa tahsilini tamamlayarak diplomasını almıştır.
Evli ve üç evlât babası olan yazar İngilizce, Arapça, Farsça ve Rusça bilmektedir.
    12 Eylül öncesi Ülkücülerin yaşadıklarını da kıyaslayan Yusuf Hoca "Ebu Garip Cezaevini gördüm. Orada 20 yıl hapis yatan arkadaşlarım var. Lakin bizim Eylül zindanlarında yaşadıklarımız Ebu Garip cezaevini gölgede bırakır.. En acısıda biz bu işkenceyi, bu zulmü, kendi insanlarımızdan, kendi saddamlarımızdan gördük" dedi.

Yusuf Ziya ARPACIK
"Başeğmediler"

Bizi A-Bloktan içeriye aldılar. Giriş avlusunda beklerken askerî üniforma giydirilmiş ve albay rütbesi takılmış insan azmanı bir yaratık ağzından akan köpüklü mayayı silerken bizi de, eski zamanlarda kurulan köle pazarlarındaki zengin alıcılar gibi yakından inceliyordu. “Tamam bu o dedim”, kendi kendime. Kanlı gözlerindeki nefret bedeninin her zerresinden dışarı fırlıyordu âdeta. Kalın bacaklarını iki yana açmış, bir yüzücü paleti gibi iri olan ellerini beline koymuş sanki bizi düelloya davet eden üniformalı bir kovboyu andırıyordu. Du-dakları arasından bir şeyler saçıldı ama konuştu mu, tükürdü mü ayırt etmek oldukça zordu. Ağzını açınca bir timsah avına saldırdı zannederdiniz; bakımsız, seyrek ve paslı, bir tuğla du-var görünümündeki dişlerinin arasından ıslıkla karışık bir takım sesler çıkıyordu.

Alt ve üst ön dişlerinin arasında büyük bir açıklık olduğundan konuşması tam anlaşılmıyor ancak, şimendifer tekerleri gibi inip kalkan el kol hareketlerinden ve yere balyoz darbeleri gibi vurduğu ayaklarındaki postal seslerinden, durumumuzun pek parlak olmadığı anlaşılıyordu. Üstündeki elbiseleri sanki birin-den ödünç almış ya da sokaktan buldukları kiralık bir katile, sahte bir üniforma giydirerek buraya getirmişler gibi bir his veriyordu insana. Pantolonunun bir paçasını postalın içerisine düzgünce yerleştirmiş, diğer paçası postalın üstüne taşmış, dü-şük palaska ve tereği eğrilmiş şapkasıyla iri kıyım bir palyaço görünümü veriyordu.

Uçları yukarı doğru kıvrılmış eğri büğrü yakalar, ütüsüz parkasının bir iki düğmesi kopmuş, buldog köpeğinin derisi gibi kırış kırış. Boyasız postallarının birisi sanki diğerinden da-ha çok yıpranmış ve iki ayrı markanın ürünü gibi birbirine ya-bancı duruyorlardı. Hayret ve dehşetle izlediğim bu trajikomik manzara karşısında çocukluk günlerimin güldüren kahramanları geçiyordu gözlerimin önünden. Ancak bu palyaçonun güldürmek için değil, insanları öldürmek için programlanmış ve tam yetki ile donatılmış bir nefret makinesi olduğunu ile-ride daha iyi anlayacaktık.

Bu zebani’nin namını Selimiye Askerî Cezaevi’nde yatarken duymuştuk. Raci Tetik isminde cahil, sadist ve kişilik bozukluğu olan bir ruh hastası, bir hilkat garibesiydi. Herkes nefesini tutmuş onu dinlerken kısa bir sessizliğin ardından yeniden gürledi, bu sefer biraz rahatlamış olacak ki kelimeleri daha düzgün telaffuz ettiğinden dedikleri artık anlaşılıyordu:

- Bunları çalıştırın, tatile mi gelmişler buraya!.. Vay vay bir tek ka-yak takımları noksan. Şunlara bak bir de televizyon getirmişler, bu-rası gazino mu be!..

'Çalıştırın' komutu avluya bomba gibi düştü âdeta. Bir kıya-met kopmuştu sanki. Askerlerin hepsi bir ağızdan bir şeyler bağırıyor ve komutlar birbirine karışıyordu.

-Koş, gel, içeri gir...

 KAFES

Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!..
Necip Fazıl

Bizleri yan yana olan iki hücreye tıkıştırdılar. Amerikan filmlerindeki kovboyların sürülere saldırdıkları gibi üzerimize atılmışlardı. Hücre dediysem onların kafes ismiyle anıldığını biraz sonra öğrenecektim. Her tarafı ve kapısı da dahil olmak üzere demir parmaklık olan ikiz kafeslere bizi yaklaşık otuzar kişi olarak doldurdular.

Kafes; işkence tarihi deşildikçe ortaya çıkacak olan dehşet zamanlarının yaşandığı ve insanlık adına işlenen en ağır suç-ların hayat bulduğu bir zulüm yurdu. Taşmedrese'nin son sınıf çile odası... Bir uzmanlık devresi... Buradan ancak bir âlimin tefekkür, bir velînin tevekkül seviyesini yakalarsanız diploma alabilirsiniz.

Bir asker yoklama yaparken, ters giden bir şeylerin olduğu koşuşturmalardan belli oluyordu. İki, hatta üç kere yoklama yapıldı ama her seferinde bir kişi noksan çıkıyordu. Bu kez isim isim okumaya başladılar ve ben dehşetle irkildim. Şimdi belanın tam orta yerindeydim. Çünkü yakalandığımda hapishane kaçağı olduğum için üstümde sahte kimlik vardı ve beni hem o, hem de gerçek kimliğimle kayıt yapmışlardı. Selimiye Askerî Cezaevi’nde tevkif olduğumuz gün katibin yaptığı ha-tanın faturası şimdi bana kesilecekti ve başıma gelecekleri çok iyi tahmin ediyordum. İki soruya da benim cevap verdiğimi görünce nöbetçiler çıldırdı.

-Osman Altuğ!

-Burada...

-Yusuf Ziya Arpacık!

-Burada...

İki saate yakın bir zamandır bu sayım işi onları uğraştırmış ve bunun sorumlusu olarak maalesef ben ortada kalmıştım. 'Ne yapalım' diye geçirdim içimden, 'Nereden inceldiyse oradan kopsun.' Fakat biraz sonra göreceklerim bana değil kopmayı, ölümü bile hasret ve özlemle aratacak, ancak ben içimdeki kasırgada kaybolarak kendimi bile bulamayacaktım. Kendi içimde kaybolmuştum âdeta. Kapıyı açıp beni dışarı çıkardılar fakat ayaklarım yere bir türlü değmiyordu. Fotoğrafhane oldu-ğunu söyledikleri bodrum kata götürülüyordum. Eller üzerin-den bir merdiven boşluğuna atıldığımda kafamı yan duvara çarptım. Daha sonra isimlerini öğreneceğim, hava mangası, çöp mangası, yemek mangası ve görüş mangasından oluşan bu mini askerî kuvvet, düşman uçağına kilitlenmiş bir stinger füzesi gibi bana hücum ettiler. Muzaffer orduların mağrur askerleri gibi etrafımda gezinmeye başladıklarında ise, herhâlde işkence bitmiş olmalı dedim.

Aradan ne kadar zaman geçtiğini beni tekrar kafese sürü-yerek götürdüklerinde anlayabilmiştim. Hava karardığına göre yedi-sekiz saat olmalı diye geçirdim içimden. Kan revan içeri-sinde parmaklıkların önünde betona yüzü koyun uzanmış ne-fes almaya çalışıyordum. Gözlerim karardı. Beynim, hançer saplanıyormuş gibi zonkluyordu. Zorlukla aralayabildiğim gözlerime dolan kan damlaları ne kadar acı verse de merakıma engel olamayıp çevreme şöyle bir bakınırken önümdeki manzara karşısında dehşete düştüm.

Kafesin içerisine daha bu sabah şeker çuvalı gibi atılan ar-kadaşlarım birer bıçkın asker olmuşlar, hemen hiçbirisi askerlik yapmadığı hâlde, beşli altılı sıralar oluşturarak, ip gibi sı-raya dizilmiş, eğitim yapıyorlardı.

-Rap... Rap... Rap...

-Bir-ki,

-Üç-dört... Onbaşının 'bir-ki' komutu bizimkiler tarafından çok yüksek sesle 'üç-dört' diyerek cevaplandırılıyor ve akabinde gelen diğer emirler de harfiyen yerine getiriliyordu.

-Yerinde say, komando yürüyüş kararı sayılacak, 'vatan sana canım feda', başla...

Herkes ayakta âdeta çizgi gibi ve her komuttan sonra başlayarak ritmik bir şekilde her sol ayağı yere vuruşta bir kelimesini söyleyerek 'vatan sana canım feda'yı dört kere tekrar ediyorlardı. Başlar ve omuzlar dik, aynı yerde saymasına rağmen adımlar sert, karın çekik, göğüsler ilerde, dizler oldukça yukarı kaldırılarak kışla askerlerinin bile zor yapacağı bir amelî eği-tim başlatılmış ve sekiz saatte bu ekip, usta erler seviyesine getirilmişti. Bu işin nasıl olduğunu, biraz sonra kafesin ke-narında kanlar içerisinde yerde kıvranan üç-dört arkadaşımı görünce çok iyi kavramıştım.


Çok geçmeden buradaki Türkçe dahi bilmeyen tutuklu bir İranlı'nın, İstiklâl Marşı’nın 10 kıtasını nasıl iki saatte ezber-lediğine şahit olacaktım. Hepimiz, bu 'olamaz' dedirten cins-ten eğitimin talebeleri olmuştuk artık. Burası, dünya işkence tarihine kara, kalın ve kanlı harflerle geçmiş olan 'kafes'ti. Benim vaziyetim ağır olduğundan sürüterek bir kenara attılar. Vaziyeti biraz daha rahatlıkla gözlemlerken, ekipteki en tecrübeli 'hapishaneci' olarak bir çıkış yolu arıyordum. Bir saat eğitimin ardından on dakika mola verirlerdi. Bizde bu aralarda, mahkeme mevzuları, kafeste gördüğümüz işkenceden da-ha mühim olduğundan fısıltılı bir sesle istişare yapıyorduk:

-Olaylar Başbuğ'a kadar dayandı, birinin 'Kemal Türkler' olayını kabul etmesi lazım, çünkü olaydan liderimizi sorumlu tutuyorlar.

Celal Adan'ın bu teklifi, Abdülsamet Karakuş tarafından derhâl kabul edildi. Ancak, MHP davası siyasî bir linç hare-ketiydi ve hatt-ı müdafaa değil sath-ı müdafaa yapılarak tavır koymalıydık.

Büyük bir soyluluk estetiği gösteren Orhan Çakıroğlu’nun da asil bir müdahalesiyle kararımız bu istikamette şekillendi ve 'siyasî savunma' yapmak üzere anlaştık.

Bu arada akbaba gibi kafesin çevresinde âdeta danseden askerler, joplarını demir parmaklıklara hızlı hızlı vurarak molanın bittiğini ifade eden birtakım hırıltılı sesler çıkartıyorlardı. Bir kenarda olan biteni ibretle seyrederken tek direnç noktamızın ölüm orucu olacağını düşünüyordum. Bir dahaki molada konuştuğum arkadaşlar tarafından bu fikrim kabul edildi. Hatta bizimle birlikte İstanbul'dan gelen Acilciler de bu eylem kararımızı destekleyerek yemeği reddettiler.

Kafesten içeri bir bez parçası atarak, kafamdan yüzüme doğru akan ve yere dökülen kanları temizlememi istiyorlardı. Ama biz kadife direnişi başlatmış, artık emirlere pasif tepki sergiliyorduk. Alışkın olmadıkları bu tavır karşısında askerlerin tutumu çok sert oldu ve ben yine eller üstünde merdiven boşluğuna doğru götürülüyordum. Karanlık dehliz... Yine işkence... Hava mangası, avukat, çöp ve sayım mangaları bütün hünerlerini sergiliyorlar. Yüzüstü yerdeyim. Yerler kan, ter ve su karışımı bir ıslaklık... 'Acaba beynim mi kanıyor?..' diye kafamı kontrol etmek istiyorum fakat ellerimi bulamıyorum. Kan... Sızı... İsyan... Yangın... Su... Ve sönüş...

Yusuf Ziya Arpacık

"Başeğmediler"

www.ulkum.com'a katkılarından dolayı teşekkürler

Yusuf Ziya ARPACIK  

MAMAK MAMAK

ONLAR;

UÇ BEYLERİ!..

ÜLKÜCÜLER KİMSENİN KAYIĞINA BİNMEZ. ÇÜNKÜ; ONLARIN TEŞKİLAT GEMİSİ VARDIR

TÜRKÜN ŞANLI ZAFER'İ

HOCALI KIRGINI

SEVDAMIZ, KAVGAMIZDAN BÜYÜKTÜR

20 YANVAR KATLİAMI

SEVGİ ALLAH’IM!..

TEŞKİLATI EBED MÜDDET

ALMANLARIN TOPLAMA KAMPLARI

Ludomil RAYSKİ'yi ziyaret

BİR ÇANAKKALE KAHRAMANI; Ludomil RAYSKİ

TAŞMEDRESE'DE BAYRAM SABAHI

FRANSIZ USÛLÜ SOYKIRIM

HARBİYE İŞKENCE EVİ

KARA EYLÜL

HAYIRLI “KANDİL”LER

KAN BÖCEKLERİ

YAŞAR CENGİZ

KERKÜK ŞEHİTLİĞİ

ANKARA'DA DENİZ VAR MI ?..

TÜRK SEVDASI

TÜRKMEN MİLLİ HAREKETİ

KERKÜK YOLUNDA

KERKÜK BİZİM CANIMIZ MI ?..

ŞİŞLİ MİTİNGİ VE HAFIZA-Î BEŞER

ŞEHİTLER HIYABANI

AZATLIK MEYDANI, AZAT...

MEÇHUL ASKER Mİ !..

GENCE'DEN GELİREM, YÜKÜM ÇİLEDİR

ELİBAYRAMLI'DA BUZ NASIL KIRILDI ?

KAVRAMLARIN KİMLİK BUNALIMI

LÂ'L u MERCAN

DEĞİŞMEDİK, GELİŞTİK

www.ahmetayvaz.tr.gg > OĞUZ SOYU-ÜÇOKLAR KOLU-GÖKHAN BOYUNUN TÜRKÇÜ TURANCI TÜRKMEN ÇEPNİ AYVAZ OTAĞI > www.ayvazahmet.tr.gg
 
TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ; Varlık olan Türklük ile, değer olan İslâmın bir birine vuslatıdır, kaynaşarak et ile tırnak misâli oluşlarıdır. Varlık ifade eden Türk`lüğün , değer olan İslâma muhabbetidir
* * *
OĞUL! Eşref-i mâhlük olduğunun şuurundan hareketle, Cenab-ı Hakk`ın nizamını yeryüzünde hakim kılmak gibi yüce bir idealin gerçekleşebilmesi uğruna,bin yıldır İ`LA-YI KELİMETULLAH ÇİZGİSİNDE, maddi ve manevi bütün imkânlarını seferber eden YÜCE TÜRK MİLLETİNİN şerefli bir ferdi olduğunu unutma!
Üstad ORHAN KILIÇOĞLU

* * *
ARVASİ HOCA`NIN FİKİR VE ESERLERİNDEN FAYDALANMAK, O`NU REHBER EDİNMEK HER TÜRK GENCİNİN ÖNCELİKLİ HEDEFİ OLMALIDIR.
Son yıllarda ihmal edilen ülkücü gençlik en Kısa zamanda yeni bir hamle yeni bir şevk ve aşkla; ZİYÂ GÖKALP, ATATÜRK, A.TÜRKEŞ, NİHAL ATSIZ, S. AHMED ARVASİ, NECDET SEVİNÇ`İN fikir ve görüşlerinin karıldığı harmanlardan beslenerek gelişip, olgunlaşıp, kamilleşerek, GÖNLÜNDE TÜRKLÜK ÜLKÜSÜ, DİLİN DE TURAN TÜRKÜSÜYLE YENİDEN BİR ERGENEKON DESTANI YAZMAYI İMANININ RÜKNÜ BELLEMELİDİR…

Üstad ORHAN KILIÇOĞLU
Facebook beğen
 
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!!! ATATÜRK
 
ALPARSLAN TÜRKEŞ SÖZLERİ
Başbuğ Alparslan Türkeş in özlü sözleri, Ülkücülük , Türk Dünyası ve İslamiyet hakkındaki özlü sözlerini okuyabilirsiniz...
*********************
İdealler yıldızlar gibidir.
Onlara belki ulaşamazsınız ama bakarak yönünüzü tayin edebilirsiniz..

Zafer, asla mahvolduklarını zannedenler
tarafından kazanılamaz.

Dalından kopan yaprağın akibetini rüzgâr tayin eder...

Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir.

Başarı için muntazam plânlı çalışma yapmak lâzımdır. Son nefesimizi verinceye kadar çalışacağız.

Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez

Biz aziz milletimize müreffah, kuvetli ve büyük bir Türkiye taahhüt ediyoruz; kendimizi millete adıyoruz.Ve Türklük yoluna başlarımızı koyuyoruz.

Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde Büyük Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz...

Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dâva başarıya ulaşamaz.

Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.

Emirlere mutlak itaat lâzımdır. Laubali, gevşek, disiplinsiz, metotsuz kimselerle dâvamız yürümez. Her şeyde örnek olmak lâzımdır.

Fikir, iman, ülkü aşkı ... İnsanları güçlü yapan bunlardır.

Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin.


İnsanlık âleminin en şerefli bir ailesi Türk Milletidir. Dokuz Işık demek, Türk Ülküsü demektir.

İslamiyet'i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.

Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktir. Dâvamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır.

Komünist sistemlerde halkın esaret altında oluşunun sebebi bir mülk sahibi olamamasıdır. Hürriyetin tek garantisi mülkiyettir.

Milletler arasındaki mücadele şuurundan mahrum olan toplumlar başkasının boyunduruğu altına düşerler.

Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.

Millî kalkınmamızı gerçekleştirmek, her Türk ferdini hür yapabilmek için Türk Milletini yeniden kurmak zorundayız. Vatandaşlarımız arasında parti, mezhep, ırk ve bölge farkı gözetmeksizin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bağlar dokuyacağız.

Mücadelemiz her ne pahasına olursa olsun, siyasi kazanç mücadelesi değil, ahlâk ve fazilet mücadelesidir. Bu mücadelenin karakteri yıkıcı değil, yapıcı olmaktır. Bu şerefli mücadeleye Türk milletini davet ederim.

Toprak bütünlüğümüzü devletimizin ve milletimizin bölünmezliğini hedef alan hainlere karşı Türk Milleti olarak ayağa kalkmalıyız.

Türk aydınları için Batı'nın sığınması olmak bir ideal olarak benimsenmiştir. Milletimiz için bundan korkunç felaket düşünülemez."

Türk Devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk Milletinin teminatı ve istikbali gençliktir.

Türk milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık duyguları ve Türk Milletinin kendi tabii haklarının savunulması, korunması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir ifadesidir.

Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır.

Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddim bilmek... Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz. Herkese yukarıdan bakacaksınız, ne de kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.

Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz. Türk Töresinin en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır saklamak...

Türkçüler Günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür.

Türkiye'nin yükselişi ithal fikirle olmaz. Hiç bir yabancı, Türkün menfaatlerini Türk Milletinin kendisi kadar düşünemez.

TÜRKLÜK bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.

Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.

Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.

Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.

Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ
Millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür. ATATÜRK
 
"BİR KIZ ÖĞRENCİYİ BAŞINI ÖRTTÜĞÜ İÇİN TAHSİL HAKKINDA MAHRUM ETMEK İSTİKLAL SAVAŞI BAŞLARINDA VE MARAŞ'TA , DÜŞMANLAR TARAFINDAN BAŞÖRTÜSÜ ÇEKİLİP DÜŞÜRÜLDÜĞÜ İÇİN BAŞLAYAN MİLLİ ŞAHLANIŞIN RUHUNA TÜKÜRMEKTİR."
NECİP FAZIL KISAKÜREK
* * *

Zafer ülkü kaynağının çeşmesidir,
Zafer gönüllerin birleşmesidir.
Gönülleri birleşenler, selam sizlere,
Uzaktan dertleşenler, selam sizlere.

Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir...
H.Nihal Atsız
Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. ATATÜRK
 
Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı,
Türküm; Bu ad her ünvandan üstündür.
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı,
Türk Milleti bir bölünmez bütündür.
Ziya Gökâlp
Başarılarda gururu yenmek, felâketlerde ümitsizliğe karşı gelmek lâzımdır. ATATÜRK
 
Ve tarih bir gün, acz içinde kıvrana kıvrana şehadete susamış bir ülkücüden daha müthiş bir silahın keşfedilemediğini yazmak zorunda kalacaktır...

S.Ahmet Arvasi

BU DAVA ÖZÜDÜR İSLAMİYET'İN
BU DAVA GÜNEŞİ, MAZLUM MİLLETİN,
BU DAVA, HERŞEYDEN, HERŞEYDEN ÇETİN,
BU YOLDA DERT, HÜZÜN, GURBET BİZİMDİR.
S.Ahmet Arvasi

16 yaşında ilk şiirlerden biri olan `Ne Gam`, iyi bir başlangıç

Ne gam, varsın dizlerim koşa koşa yorulsun,
Saadetin, dâvanın, gerçek aşkın peşinde...
Boş hayaller kül olup rüzgârlarda savrulsun,
Yaban gülleri gibi solsun çöl güneşinde.
S.Ahmet Arvasi

Henüz 17 yaşındaki bir delikanlının `Özleyiş` şiiri, ecdadına âşık bir delikanlının eski muhteşem çağlara olan hasretini dile getiriyor:

Tuna neden köpürmüş, Kırım neden inliyor?
Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?
Şimdi Hazar uzaktan feryadımı dinliyor,
Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebed?
Kıbrıs`ın ayrılışı derd oldu içimizde,
Barbaros`un sesini kaybettik Akdeniz`de,
Adalar yabancı da, dinmez derleri bizde,
Balkan`ımız vatandan ayrıldı mı nihayet?
S.Ahmet Arvasi
 
SON BİR (1) YILIN TOPLAMI 107127 ziyaretçi kişi burdaydı!
Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. CÜZ:21 // AHZÂB SÜRESİ: 33 / 23.ÂYET Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol