TÜRK SOYU...24 OĞUZ BOYU VE DİLİ
1.BÖLÜM
***********
Türk Dili
Bugün Türk denince Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve na dili Türkçe olan insanlar akla geliyor.Halbuki yeryüzünde ana dili Türkçe olup da bizim sınırlarımızın dışında yaşayan milyonlarca insan vardır.Demek ki, Türklerin bugünkü Türkiye' ye gelmeden önce de bir tarihleri vardı. Bu tarih boyunca çok çeşitli ülkelere yayılmışlar, oralarda devletler kurmuşlardı.Ancak bütün bu Türkler' in ortak ataları kimlerdi? İlk Türkler nerede yaşamışlar, sonra nerelere dağılmışlardı? Türk Dünyası denince hangi ülkeleri, hangi toplulukları anlamalıyız?
İlk Türkler, yani bizim en eski atalarımız bugün Orta Asya diye bilinen yerde, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasında yaşıyorlardı. Tarih öncesi insanlar ve kültürlerle uğraşan bilim adamlarının ı bölgelerde yaptıkları kazılardan elde edilen bilgilere göre, Türkler beyaz ve geniş kafalı (brakisefal), orta boylu insanlardı. Burası Çin' le sınırdaş olan bir ülke idi; bu yüzden Türkler' in eski tarihlerine aid bilgilerin pekçoğunu Çin tarihinden öğreniyoruz.
Çin tarihleri Milat' tan önce 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar. Böylece Türklerin bilinen tarihi, dört bin yıllık bir tarihtir. Türk Dili' nin üç bin yıl öncesi bilinmiyor. Türkler o zamanlarda hem soy, hem dil bakımından yakın komşularından, yani Çinliler' den ve Moğollar' dan farklı idiler. Asıl geçim kaynakları hayvancılıktı. Bu yüzden hep hareket halinde bir hayat sürüyorlar, çok iyi at kullanıyorlardı. Son derece çevik süvari birlikleri sayesinde komşu ülkeler üzerinde hakimiyet kurabiliyorlardı.
Çin' de bile zaman zaman hükümdarlık, Türk ailelerin eline geçiyordu.Eski Çin tarihleri Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adlarını hep Çince yazdıkları için, bu isimlerin asıl Türkçe' deki karşılıklarını iyice bilmiyoruz. Bizim atalarımız o çağda "Türk" adıyla anılmıyordu. "Türk" kelimesi bir millet halinde değildi. Boy ve aşiretler halinde yaşıyorlardı ve her aşirettin ayrı bir adı vardı.
Türk adı çeşitli Türk boylarından birinin adı idi. Bu kelimenin aslı "Türük" olup kuvvetli anlamına gelir. Milat' tan sonra Altıncı yüzyılda ana dili Türkçe olan bütün boyların herbiri değişik bir isimle anılmakla birlikte, bunların hepsine birden "Türk" denilmeye başlanmıştır. Demek ki en eski atalarımız aynı dili konuşmaları sayesinde bir tek millet olduklarını anlamışlar ve Türk Dili onların birlik sağlamalarında başlıca rolü oynamıştır. Bugün biz de Türkçemiz sayesinde hepimizin aynı milletin çoçukları, yani kardeş olduğumuzu anlıyoruz.
Dilimizin tarihi, milletimizin tarihi kadar eskidir. Türkçe dünyadaki çeşitli dil gurupları arasında Ural-Altay dil gurubunun Altay Dilleri' nden biridir. Finliler' in ve Macarlar' ın dili Ural Dillerindendir. Altay Dilleri arasında ise Türkçe ile birlikte Moğol, Mançur ve Kore dilleri vardır. Türkler soy bakımından Moğollar' dan ve Koreliler' den ayrıdır ama dilleri onlarınkiyle aynı kökten çıkmıştır. Bu diller sonradan birbirinden iyice ayrılmış aralarında sadece eski bir akrabalık kalmıştır.
Bugün Ural- Altay adı altında anılan milletler ve diller Turan kavimleri ve Turan dilleri diye de anılır.Eski İranlılar Türkler' in yaşadıkları ülkelere "Turan" adını veriyorlardı. Meşhur İran şairi Firdevsi' nin Şeh-name adlı kitapta sözü edilen Turan kavimlerinin sakalar (veya İskitler) olduğu sanılmaktadır. Turan hükümdarı Afrasiyab' ın ise Alp Er Tunga olduğunu söyleyenler vardır. Sakalar' ın Türk olup olmadıklarını iyi bilmiyoruz. Saka Devleti, belki Türkler' in hakim oldukları ama içinde birçok yabancı kavimlerin de bulunduğu bir devlettir.
NOT: Bazı araştırmalara göre "Türk" kelimesi, "Töre" kelimesinden türetilmiş bir kelimedir ki, "Törük' ten bozularak "Türk" haline gelmiştir. "Törük", "Töreli, Töre sahibi" demektir. Eski Türklerde Töre, kaynağını "Türk Dini" diyebileceğimiz eski Türk inanç ve telakkilerinden alan topluluk hayatını tanzim eden hukuk normlarından ibarettir. Hükümdarlar siyasi iktidarlarını (kut' larını) işte bu hukuk çerçevesinde kullanabilirler, tabii birbirleriyle ve devletle olan münasebetlerini yine bu hukuk çerçevesinde tanzim ederlerdi.
Buna uyanlar "Törük" (yani Töreli), uymayanlar ise "Kazak" (yani asi, töreden çıkmış) olurlardı. "Türk" ün kuvvetli manasına gelmesi de, herhalde Töre çerçevesinde sağlanan "birlik" le ilgili olmalıdır. Nitekim "Birik kuvvettir" anlayışı tarih boyunca her devirde Türk devletleri ve toplulukları için geçerli olmuş bir anlayıştır. (Ötüken)
KAYNAK:Tarihte Türkler-Prof.Dr. Erol Güngör
Sayfa:11,12,13- Ötüken Yayın Evi
Türk Abaçası
Sessizler (Konsonantlar) |
|
Sesliler (Vokaller) |
Latince Karşılığı |
Kalın |
Nötr |
İnce |
|
a, e
|
|
|
ı, i
|
b
|
|
-
|
|
|
o, u
|
ç
|
-
|
|
-
|
|
ö, ü
|
d
|
|
-
|
|
|
é
|
g
|
|
-
|
|
|
k
|
|
-
|
|
Sesli Sessizler
(Vokalli Konsonantlar) |
l
|
|
-
|
|
|
ık, kı
|
m
|
-
|
|
-
|
|
iç, çi
|
n
|
|
-
|
|
|
ok, uk, ko,ku
|
p
|
-
|
|
-
|
|
ök, ük, kö, kü
|
r
|
|
-
|
|
|
s
|
|
-
|
|
Birleşik Sessizler
(Çift Sesli Konsonantlar) |
ş
|
-
|
|
-
|
|
ld, lt
|
t
|
|
-
|
|
|
nç
|
y
|
|
-
|
|
|
nd, nt
|
z
|
-
|
|
-
|
|
ng
|
|
|
|
|
|
|
ny
|
Soy Birliği ve Türk Soyuİnsanlık bir tek ana ve babadan üreyerek çoğalmıştır... Yani, değişik ırklara ve renklere ayrılmalarına rağmen, bütün insanlar, aynı genetik yapıya sahiptirler ve aynı gelişim devrelerinden geçerek olgunlaşırlar. Bütün insan ırkları bir tek türü ifade ederler. Değişik renkler, iskeletler ve kan grupları, bir tek türün variationlarıdır. Biyoloji dili ile ifade edersek, insanlar monojeniktirler, yani tek kaynaktan çıkıp çoğalmışlardır.
Irkların nasıl teşekkül ettiği konusu ise, ayrı bir ilmi araştırma sahasıdır. İster İBN-İ HALDUN ve LAMARK gibi düşünerek coğrafî ve kozmik etkiler ile, ister DARWİN gibi hareket ederek tabii eleme (selection natural) ile yahut da mutationlarla açıklansın ırklar daima bir tek türü ifade ederler... Bunlar bilinen şeyler...
Milletlerin nasıl ortaya çıktığı da bugün artık açıklığa kavuşmuştur... “Milletler, ya bir kavmin veya akraba kavimlerin birleşip, gelişmesiyle, yahut değişik kavimlerin birleşip, kaynaşıp,
gelişmesiyle ortaya çıktığı gibi, bir kavmin bölünmesi ile de meydana gelen milletler vardır...” Bunları da, yukarda ifade etmiştik...
Ayrıca, “Bir kavmin gelişmesi veya akraba kavimlerin birleşip, gelişmesiyle ortaya çıkan milletlere, soy birliklerinden dolayı tarihî veya kök milletler denilmektedir. Örnek Türk Milleti...” demiştik, bunları da mutlaka hatırlıyorsunuz...
Bütün bu söylediklerimizden görülüyor ki, Türk Milleti için soy birliği önemli bir milliyet unsurudur. Çünkü Türk Milleti, bazı milletler gibi, çeşitli soyların karışması ve birleşmesiyle meydana gelmiş değildir. Türk Milleti bir tek soyun eseridir. O soy da Türk soyudur... Bu gerçek, başka bir şekilde, şöyle de söylenebilir: Tarihte bir ana Türk soyu vardır. Türk Milleti bu ana soydan meydana gelmiş ve bugüne kadar hep aynı Türk Milleti olarak yaşamıştır. Bu sebeple, Türk Milletinin oluşumunda, soy, çok mühim bir milliyet unsurudur ve hattâ birinci unsurdur.
Ancak, itiraf etmeliyiz ki, yanlış bir İslâmî anlayışla, soyu, biraz biraz inkâr etme yoluna giren bazı Müslümanlar da vardır. Halbuki, ulu ve yüce Allah Furkan sûresinin 54. âyetinde: “O öyle bir Allah'dır ki sudan (meniden) bir beşer yarattı ve onu soy-sop yaptı. Rabbin her şeye kadirdir” buyurmaktadır... Öyleyse, soy-sop yani ırk inkârı asla mümkün olmayan İlâhi bir gerçektir...
Bu soy, çoğu kere dış görünüşlerde, ruhî muhtevâda, eşya ile kurulan ilişkilerde, dilde, emel ve dileklerdeki ayrılıklarda kendini belli etmektedir. Fakat bu, herhangi bir sebebe gerek kalmadan da, insanlarca inanç olarak kabul edilebilir. Çünkü, hiç kimse soyunu kendi
seçmemiştir. Bu, bir alın yazısı olarak veya ulu ve yüce Allah'ın takdiri olarak tecelli etmiştir...
TÜRK SOYU VAR MIDIR?
Yukarda zikrettiğimiz âyet-i kerimeye göre soy inkârı imkânsız bir gerçektir. Bunu, hiç kimse inkâr edemez. İnkâr eden küfre düşer. Fakat, acaba, müstakil bir Türk soyu var mıdır?
İmam-ı AHMED'in, Müsned'inde zikrettiği bir hadis'te Peygamber Efendimiz; “Hz. Nuh'un üç oğlu vardı: Sam Arabın babası, Ham Sudan'ın babası ve Yafes Türk'ün babasıdır” buyuruyor.
Bu hadis-i şeriften de, açıkça görülüyor ki, başka soylar gibi bir Türk soyu da vardır!.. Ve, Türk soyunun geçmişi en azından Hz. Nuh'a kadar gitmektedir... Bugün ilim Nuh Tufanı'nın gerçekleştiği tarihi belirlemiştir; 7000 (yazı ile yedi bin) yıl önce... Demek ki Türk Milleti de en azından 7000 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Fransız antropolog Jean DENİKER, yeryüzündeki bütün kavimleri, fizik özelliklerini nazara alarak 29 gruba ayırmış ve bunların her birine ırk demiştir... Bu, 29 ırktan biri de Türk ırkıdır...
Peki, ırk nedir?
4 Haziran 1951 de UNESCO’nun Paris toplantısında dünyanın en ünlü antropolog ve biyologlarının imzasıyla yayınlanan bildiride ırk şöyle tarif edilmiştir: “Irklar, belirgin ve aynı zamanda kalıtımsal olan; doğal seçilim, mutasyon, karışma ve yalıtma gibi etmenlerin sonucu olarak ortaya çıkan, bedensel farklılıklarla belirlenen insan birimleridir.”
Jean DENİKER Türk ırkı için tesbit ettiği fizik özellikleri şöyle sıralamaktadır: 1- Beyaz. (Hafifçe sarıya çalar) 2- Boy ortadan daha uzun. 3- Kafatası kısa. 4- Saçı siyah. 5- Gözler siyah. Fakat Moğol gözü gibi çekik değil. 6- Burun çıkık. Basık değil. 7- Göğüs orta. 8- Yüz uzunca (oval) 9- Elmacık kemikleri hafif çıkık. Dudaklar kalın. 10- Boyun kısa.
Başka bir açıdan, antropolog Jean DENİKER'in yaptığı bu tespitlerden de görülüyor ki, dünyada başka ırklar gibi bir de Türk ırkı vardır!..
TÜRK IRKININ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
İyi de, Türk ırkının özellikleri nedir?
Esas itibariyle Türk ırkı kendi içinde melezdir... Bundan kastımız Avar, Hazar, Kazak, Kırgız, Yakut, Çuvaş, Bulgar, Kıpçak, Kuman, Oğuz (Türkmen) vb. gibi aynı daireye bağlı zümreler kendi aralarında bir karışma devresi geçirmiştir. Irk olarak değişmemekle beraber, aynı ırka bağlı zümreler arasında değişmeler olmuştur. Karışmışlar ve kaynaşmışlardır. Bunların neticesinde de, Türk etnik zümreleri kendi ırkî özelliklerine bağlı olarak aynı toplum içinde
bazen sarışın, mavi ve yeşil gözlü, bazen sarışın olmayan, elâ ve kara gözlü, kimi esmer tipli insan toplulukları haline gelmiştir. Eski tarihî kayıtlarla da sâbit olduğu gibi, Kırgızlar sarı veya kırmızı saçlı, beyaz tenli, mavi veya yeşil gözlüdür. Macar Türkleri de hakezâ sarı saçlı ve açık mavi gözlü insanlardır. Yabancı kaynakların eski Türk tipi hakkında verdikleri bilgiler de bunları doğrular. Bilhassa yerinde, yani Çin ve Orta Asya'da bir ilim heyetinin başında yaptığı bir çalışma sonucu büyük bilgin Dr. LEGENDRE Türk tipini tesbit etmiştir ki, O'na göre, Türk tipi uzun boylu, uzun ve beyzî çehreli, ince, düz ve yahut kabarık burunlu, kül rengi veya mavi gözlü bir durum arz eder. Çin müverrihlerinin Hun ve diğer Türkleri de hep bu şekilde tasvir ettiklerini ayrıca kaydeder. Aynı şekilde, müşteşrik Girard de RİALLE de eski Türk tipinin kumral bir mevcudiyet gösterdiğinden bahsetmiş, buna ait bir çok delillerin bulunduğundan söz etmiştir. Diğer taraftan, Tu-Kiu hanedanının muhtelif şahsiyetleri hakkında Çin kaynaklarının kaydettikleri, bize bundan ondört asır evvel yaşıyan bu Türk kabilesinde uzun boy, uzun yüz, pembe renk, yeşil ve mavi gözlerle güzellik gibi yalnız beyaz ırka münhasır en özel vasıfları tespit etmektedir. Arap âlimlerinden DİMİŞKİ de Kırgız, Dokuz-Oğuz, Uygur, Hazar vb. gibi Türk zümrelerini altıncı iklimde gösterirken, genel
olarak, tipleri hakkında da şu bilgileri verir; renkleri beyaz, saçları kızıl ve gözleri de mavi, elâ ve yeşildir.
Türk ırkının en temiz temsilcisi olan Kumanlar yani Kıpçaklar da uzun boylu, mavi gözlü ve sarışın idiler. Özbeklerin ve Kara-Kırgızların büyük oymaklarından beheri, Başkurtların ve Nogayların nüfûzlu uruğları Kıpçak’tı ve bunların çoğu da tip itibariyle sarışın, mavi veya yeşil gözlü idi. Bununla birlikte, diğer muhtelif Türk uruklarının bir çoğu da, siyah saçlı, yeşil, elâ veya kara gözlü idi...
TÜRK ADI
Türk Milleti çok eski bir millet olduğu için tarihçiler Türk adını en eski tarih kaynaklarında aramışlardır. Geçen asırdan beri bir çok bilgin tarafından ileri sürülen görüşlere göre, HEREDOT'un doğu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTA'lar, İskit topraklarında
oturdukları söylenen TYRKAE'ler, Tevrat'ta adı geçen Yafes'in torunu, TOGHARMA. Eski Hindu kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA (veya TURUŞKA)lar, THRAK'lar, eski ön-asya metinlerinde görülen TURUKKU'lar, Çin kaynaklarında MÖ. 1. bin içinde rol oynadıkları belirtilen TİK (veya Dİ)ler ve hattâ TROİA'lılar vb. bizzat Türk adını taşıyan Türk kavimleri sanılmıştır.
İslâm kaynaklarında teferruatlı bir şekilde nakledilen İran menşeli Zend-Avesta rivayetleri ile, İsrail menşeeli Tevrat rivayetlerinde de TÜRK adı aranmış, Hz. Nuh'un torunu (Yafes'in oğlu) Türk'de, veya İran rivayetlerindeki hükümdar Feridun'un oğlu Tûrac veya Tûr (Tûran buradan geliyor) da Türk adını taşıyan ilk kavim gösterilmek istenmiştir.
Türk Milleti uzun bir geçmişe sahip bulunmakla, hatta İran-Tûran mücadelelerine ait hatıralarda zikredilen Afrâsyab (Alp Er Tunga) aslında bir Türk Başbuğu olmakla beraber son arkeolojik araştırmalar ve kültür tarihi tetkiklerine de aykırı düşen yukarıdaki bir çok
faraziyelerin linguistigue bakımından da doğruluğu tespit edilememiştir. Bu kelimelere göre, Türk adının MÖ. ki asırlarda dahi bugünkü telâffuzu ile, yani tek heceli olarak söylenmiş olması icabederdi. Halbuki adın tek heceli duruma Gök-Türk çağında geçmekte bulunduğunu Orhun kitâbeleri göstermektedir.
Orhun Kitâbeleri'nde isim Türk, fakat daha çok Türük şeklinde kaydedilmiştir. Nitekim adın Çince tarnkripsiyonu da iki hecelidir. Son araştırmalarda Türk kelimesinin 6-8. asırlardan önce yalnız çift heceli söylendiği, daha eskiden ise, Törük şeklinde olabileceği belirtilmiştir. Şu halde Törük, Türük ve Türk şeklinde bir gelişme göstermiştir, diyebiliriz.
Bütün TÜRKler Kardeştir!
Ey Tanrı Dağları'nda doğup bu acunda at koşturan şanlı akıncı, yüreklerinde ozanların kopuz çaldığı Dede Korkut ruhlu bilge, bir günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yiğit çeri, bengü taşlar yazdıran Bilge Kağan'ın torunu, gök mavisi bayraklarla kurt başlı sancakları göklere çektiren alp kişi, korkaklara Çin Seddi'ni yaptıran Mete Han'ın ve onların sarayını kırk kişiyle basan Kürşad'ın soyundan gelen yüce TÜRK, sözüm sanadır.
Bugün dünyadaki birçok millet henüz ortada yokken biz TÜRKler devlet kuruyor, bu dünyanın düzenini sağlıyorduk. Binlerce yıl öncesinde Hunlar ve Göktürkler ile Türk adını tüm acuna duyurmuş ve dünya egemenliğine kavuşmuştuk. Mavi gök çadırımız, güneş de bayrağımız olmuştu. Gücümüzü yalnızca kılıcımızın keskin, bileğimizin de güçlü olmasından almıyorduk; yüce töremiz, inancımız, devletimize bağlılığımız ve eşsiz kültürümüz bizi diğer milletlerden üstün kılıyordu. Kaşgarlı Mahmud Atamız da, "Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğurduğunu ve onların üzerine göklerin bütün ışıklarını döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı." diyerek Türklüğün kutluluğunu bin yıl öncesinden bize bildirmişti.
İkinci Göktürk Devleti'nde TÜRK soylu bütün kişiler tek bayrak altında toplanmıştı ve sonrasında Türk göçleriyle kandaşlar acunun farklı bölgelerine yayılmaya başladı. Birbirinden ayrı düşen soydaşların aralarındaki mesafeler, Rusların, Çinlilerin ve sayısız düşmanların bizleri bölmek için yaptıkları çalışmalarla arttı. Ruslar "Siz TÜRK değilsiniz. Siz, Kırgız, Azeri, Özbek, Kazak, Tatar...'sınız." dediler ve önce kutlu dilimizi parçaladılar. Her Türk lehçesi için uydurma birkaç kural oluşturup, onları ayrı ayrı diller durumuna getirdiler. Ağzımızdaki ana sütü kadar ak olan Türkçemizi bölüp, yirmiden fazla parçaya ayıran Ruslar, binlerce yıllık töremizi ve kültürümüzü de yozlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Türk dünyası üzerinde oynanan bütün oyunlar, Türklük güneşini her geçen gün soldurdu. "İl gider, töre kalır." dedik, fakat töremiz de bozuldu. Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Tataristan, Gagauzya, Yakutistan, Çuvaşistan, Başkurdistan...'daki Türklerin bir kısmı, Türk olmadıklarını söyleyenlere inandılar ve bunlar bugün dünyada yaşayan 300 milyona yakın soydaşından habersiz yaşamaya başladılar. Bu yabancılaşmalar sonucunda Türk illeri "yabancı ülkeler" haline geldi. Fakat doğru sözü, Bilge Kağan'ın bengü taşlarında arayanlar, atamızın 1300 yıl önce bize şöyle seslendiğini göreceklerdi: "Ey Türk budunu, üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?"
Bütün ayrılıklar, gönüllerimizdeki Türklük aşkını yıpratmadı, tam tersine yüreklerimizdeki bu büyük ateşi daha da alevlendirdi. 1990'lı yılların başında soydaşlarımızın bağımsızlığına kavuşmasıyla, kutlu TÜRK birliğine kavuşacağımız gün, düşlerimizi süslemeye başladı. Bugün, sömürgeci devletlerin göz diktiği yurtlarımızı korumanın ve TÜRK adını binlerce yıl daha yaşatabilmek için gelecek kuşaklara taşıyabilmenin tek yolunun, bütün TÜRKlerin aramızdaki kutlu kardeşliğin farkına varması ve bu temelde birleşmeyi sağlaması olduğu anlaşılmalıdır. Bu yüce ülkü, biz TÜRKler için geleceğin anahtarı, yurtlarımızın güvenliği için Türk gücünün ve bağımsızlığımızın ilk adımıdır.
Türk dünyası içinde yaşayan Türkler olarak, kimimiz Oğuz, kimimiz Kıpçak boyundanız. "Sen kimsin?" diye sorduklarında, "Türk men." diye yanıtlamış kandaşlarımız ve "Türkmen" olarak kalmış adları. Kimimiz Gök Oğuzlar'dan gelen "Gagauz" Türklerindeniz. Oğuz Türkleri atlarıyla Anadolu'ya gelmiş; fakat Kırgız Türkleri atlarını kesip yediği için atalarımızın yurdu olan Tanrı Dağları'nda kalmışlar. Baş kurt biziz, Kazak yine biz. Biz, bir kere ölüp Ergenekon'da bin defa dirilen Göktürkler'iz! Biz, aynı kazanda pişen aş; aynı kökte büyüyen koca bir ağacın dallarıyız.
Atalarımız Altaylar'da oturup, Ötüken'de savaşmış; Isık Göl gibi kımız sağıp, Ala Dağlar kadar et yığmışlar. Toylar düzenleyip, ana yurdu şen kılmışlar. Fakat zamanı geldiğinde bir ölüp, bin dirilmeyi görev bilmişler. "Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile, / Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı." düşüncesiyle hareket edip, demir dağları eriterek, damarlarımızdaki asil kanın bugünlere dek taşınmasını sağlamışlar.
Şimdi, binlerce yıldır saklayıp bugünlere taşıdığımız töremizi, dilimizi, soyumuzu, yani bütün Türklük değerlerimizi gelecek kuşaklara aynı gücüyle ve saf bir biçimde aktarabilmek için, bu yüzyılda yaşayan TÜRKler olarak bizlere çok büyük görevler düşüyor. Eğer bir gün Tanrı Dağları'nın tepesinde Oğuz Kağan'ın otağına girip, onun otağında oturan Kürşad gibi nice erlerin önünde diz vurabilmeyi düşlüyorsak, atalarımızdan devraldığımız kurt başlı sancağı taşımayı hak edebilmeliyiz. Eğer Altaylar'ın başında uluyan bir kurt veya ana yurdun üstünde süzülen bir kartal olmak istiyorsak, önce bir kurt kadar yol gösterici ve bir kartal kadar keskin görüşlü olmalıyız.
Yüce Tanrı, Türk dünyasındaki kardeşlik bağlarının güçlenmesini ve kardeşliğimizin gücüyle Türklük ruhunu sonsuza kadar yaşatabilmemizi sağlasın.
Tanrı, TÜRK'ü korusun!
********************
2.BÖLÜM
***********
24 Oğuz Boyu…


Soyumuz, Oğuz Han‘dan gelmektedir. Atamız Oğuz Han‘ın “Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” adlarında 6 (altı) tane oğlu vardır. Oğuz Han’ın her oğlunun da dört tane oğlu vardır. İşte Atamız Oğuz Han’ın altı oğlundan olan 24 tane torunu, bugünkü “24 Oğuz Boyu“nu meydana getirmiştir. Bütün dünyaya yayılan Oğuzlar, bu 24 boya dayanmaktadır.
Şimdi bu boy adlarının ne anlama geldiklerini ve bu boyların nerede yaşadıklarına bakalım:
Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilip, sol kolu teşkil ederler.
|
1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları:
a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” anlamındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir.
b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” anlamındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır.
c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” anlamındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir.
d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” anlamındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen
Oymağı Çepniler bulunmaktadır.
|
2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları:
a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” anlamındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır.
b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” anlamındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır.
c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” anlamındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır.
d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” anlamındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.
|
3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü çakır. Oğulları:
a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” anlamındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır.
b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder anlamındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır.
c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” anlamındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir.
d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” anlamındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.
|
Oğuzlarla ilgili diğer bilgiler: Oğuzlar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.
Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.
İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.
Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler’in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.
NOT:2.BÖLÜM KAYNAK: www.bilgicik.com/yazi/24-oguz-turk-boyu/
|